25 Ocak 2010 Pazartesi

kutsal damacana 2 fragmanı

http://film-elestirileri.blogspot.com

Factory Girl (2006)


izlerken olaylardan çok içinde geçen diyaloglara önem verilmesi gerekilen, filmin başında edie sedqwick in zaten 30 um dan sonra yaşamayacağımı biliyorum demesi ve o şekilde sonlanan 2006 yapımı george hickenlooper şaheseri.


http://www.imdb.com/title/tt0432402/

22 Ocak 2010 Cuma

seven pounds

oyunculuk şöleni tadındaki film; will smith in harika oyunculuğuyla başlayan film bilmece tadında ilerliyor birkaç şaşırtmaca olsa dahi filmin şifresini çözüyorsunuz zaten çözmezseniz vay halinize çünkü öyle yavan bir kurgu yapılmışki filmin ilk yarısında seyircinin vazgeçmesi çok kolay ben will smith'in harika oyunculuğu hürmetine sabrettim ama o arada mutfağa gidip kendime kahve yaptım ya da wc molası verebildim öyle durağan bir ilk yarısı var filmin maalesef...
konu kesinlikle etkileyici ancak ilk kez işlenmiş bir konu değil birçok örneği mevcut dolayısıyla filme hakkından fazla yapılan övgüler beni şaşırtıyor keşke kurgunun yarattığı merak daha canlı olsaydı o zaman belki türleri içinde özel bir yere konabilirdi film.

woody harrelson için ne demeli bilemiyorum kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir oyunculuk, keşke daha çok izleyebilseydik kendisini, çağrı merkezinde will smith'le konuşma sahnesi kesinlikle unutulmaz sahnelerden biri...
rosario dawson da bol makyajın kabul gördüğü ülkemizde sıfır makyajla güzel bir aktris olarak bonus kazanıyor, oyunculuğu da cabası...
denizanası kendisi de pek güzel pek estetikti, kahramamanımızın yaptığını yapasım geldi

---spoiler---
film durağan temposunu bir yerde bozuyor seyirciyi sarsıyor o sarsıntı ve hisliyseniz -mantık hatalarına misal donörün uyum şartları vs. takılmazsanız daha bir hislenirsiniz herhalde- abartıp gözyaşı haliyle son buluyor film.
bitince başı anlam kazanan filmlerden ben bitişinde daha bir anlamlanan filmleri severim ama başı oyunculuk dışında saçma bir kurguya kurban gitmiş anlamsız olan ancak sonunda başını tekrar izleme isteği uyandıran bu filmi aynı kefeye koymuyorum.

insani değerlerin hızla azaldığı bir dünyada böylesi filmler sanıyorum daha çok iş yapacak, film sosyal mesajlarıyla da anlamlıydı ama bu anlamlar ya sıkıştırılmış -cep telefonu-kaza örneği- ya da çok göze sokulmuş -borcunu ödeyen iyi vatandaşlar, iyi insan olmak, organ bağışı- gibi geldi bana...

keşke kahramanımızın önceki hayatından -çok meşgül işadamı,çemberin içinde bir hırs- kesitler izleseydik de 'çocuklarınla ailenle mutlu bir hayat sür' repliğinin anlamını daha iyi kanıksasaydık...

özetle birçok keşke'si olan ve birçok 'film işte' dedirten detaya sahip kötü kurgulanmış ancak izlenmesi gereken muhteşem oyunculuklara sahip bir film bana göre...

woody harrelson'a o gözler hiç olmamış yahu, hem ne ürkütücü bir durumdur kalbinle gözlerine bakmak oy oy!
---spoiler---

19 Ocak 2010 Salı

2012

---spoiler---

Çok fazla kendinizi kaptırmadan izlerseniz sizi hayli eğlendirecek film. Ama... filmde o denli çok mantık hatası var ki insanı boğuyor en sonunda. Klişeler deseniz gırla gidiyor.

Filmdeki bütün yan karakterler ölüyor bir kere. Amerikan sinemasının olmazsa olmazı çocuklar her daim kurtuluyor. Diğer elemanların ölmesi için adeta "Son durak" vari müdehaleler yapılmış.
- Tsunami oluyor ve koca Hindistan'ı geçmesi 28 dakika falan alıyor. dalgaların hızı 2.000 km'ye yakın olmalı.
- Himalayaları aşan bir tsunami düşünün. Ne denli büyük bir su kütlesinin yer değiştirebileceğini hayal edin. Peki, bu su bir şekilde ortalama yüksekliği 6.000 metre olan dağları son sürat aşıyor diyelim ama bu suyun geldiği yerde karaların artması lazım değil mi?
- Teknoloji her bir boku hallediyor. Tsunamilerin nerede oluşacağını, hızını, bulundukları yeri ne zaman vuracaklarını saniyesine kadar hesaplıyorlar ama bu kıyamet gününden afrika gibi koca bir kıtanın yara almadan kurtulacağını hesaplayamıyorlar. Yani, o kadar hazırlık yapacaklarına al bütün insanları götür klimanjaro'nun eteklerine hepsi kurtulsun.
- Gemimizi tsunami vuruyor ve nasıl oluyorsa çin'den everest'e varması dakikalar alıyor. Buradaki oksijen seviyesinin azlığından dolayı bir kişinin bile rahatsız olduğunu, soğuk havadan dolayı rahatsızlandığını görmüyorsunuz.
- Yellowstone milli parkı dev bir volkana dönüşürken, Woody Harrelson'un etrafına apartman boyunda kayalar, eriyik halinde taşlar düşerken bunlardan basit vücut çalımları ile kurtulması "Ohaaa" dedirtiyor insana.
- Kahramanlarımız çift motorlu bir uçakla paroplastik akıntının içinde kalıyorlar. Terlemeden çıkıyorlar sonra. ortalama 600 - 1.200 derece sıcaklıkta o uçak nasıl infilak etmeden çalışır bir kere. Yönetmenin en azından basit ilmi bilgileri olan birinden destek alması gerekirdi. Kafasına göre takılmış sanki.
- Filipinlerdeki Pinotubo yanardağı patladığında bile tüm dünya etkilenmişken yellowstone milli parkı büyüklüğünde bir yanardağ patlıyor ve sadece washington falan etkileniyor bundan. Ulan dünyanın anasını ağlatacak asıl felaket bu boyutlarda bir volkanın faaliyete geçmesidir aslında. Bilimadamları son günlerde dinozorların yok olumuna sebep olarak dev bir göktaşı yerine dev bir volkanın patlamış olma ihtimali üzerinde ciddi ciddi kafa yormaya başladılar.
- Az şiddetli güneş rüzgarları bile dünya yörüngesindeki uyduları hacamat ederken dünyanın sonunu getirecek denli tarihte eşine benzerine rastlanmamış güneş rüzgarları nedense uydulara bir zarar vermiyor. Herkes uydular aracılığı ile iletişime devam ediyor.
- Koca bir şehir altlarında yerin dibine gömülürken kahramanlarımız minik uçaklarıyla oluşacak türbülansların hiç birine girmeden yollarına devam ediyorlar.
- Her taraf karlarla kaplıyken ve sıcaklık eksi bilmem kaç dereceyken nuhun gemisine gönderme olsun diye gemilere helikopterle hayvan taşımaları... O soğukta afrika savanlarından getirdiğin hayvan sağ kalır mı hiç. O zürafayı, o fili o helikopter nasıl taşıyor? Hadi taşıyor diyelim nasıl indirecek? Nasıl soktun o hayvanları oraya? Nasıl çıkartacaksın. kafeslerde taşımak koca bir ekibin aklına gelmedi mi?

Klişelere gelince,
- Önceden de söylediğim gibi çocuklara bu tür filmlerde bir şey olmaz.
- ABD başkanı her daim insanlık adına hayatını feda etmeye hazır yüce insanlardır.
- G8 ülkeleri sanki dünyanın anasını belleyenler değilmiş gibi hep böyle üstün insan gibiler.
- Filmin yan karakterleri illa ki ölecek. Eski karının kocası da bir şekilde ölmeli ki sen tekrar ona dönebilesin.
- Filmde mutlaka iyi bir bilimadamı ve kötü bir devlet yöneticisi olmalı.
- koca şehir etrafında un ufak olurken kahramanımızın ve yanındakilerin burnu bile kanamaz.

Filmi yine de izleyin. Nedeni ise; Çünkü size olası bir kıyametin neye benzeyeceğini Roland emmerich'ten daha iyi kimse gösteremez. California'nın yerle bir olduğu o yaklaşık 20 dakikalık sahne tek kelimeyle nefes kesici. Evet, filmin kahramanları her durumda sinir bozucu bir şekilde sıyırıyorlar ama onları yok sayarsanız gerçekleşen trajedi tüylerinizi diken diken etmeye yeter. Gerçekten de Roland emmerich karakterlere dayalı bir film yapacağına bu konuda bir belgesel çekse eminim tadından yenmez. Bu adam bir takım insanları yaşatmaya, bir takım insanları da öldürmeye çalıştıkça filmdeki kontrolünü yitiriyor sanki.

Bunun dışında filmde görsel efektlerin dışında bir şey olmadığını söylüyorlar ya. Bu da şuna benziyor. Kaleciniz iyi olmasaydı bu maçı alırdık! iyi de kaleci de o takımın oyuncusu. efektlerde bu filmin bir yapıtaşı anlayacağınız. Bunun için yermenin anlamı yok. Ama özel efekt bombardımanı sona erdikten sonra filmin sıradan bir macera filmine dönüştüğü de bir gerçek.

Jurassic Park'ı insanlar gerçekte bir dinozor olsaydı nasıl olurdu diye görmeye gitti. iyi de oldu bence. Bu filme biraz da o gözden bakmak lazım.

Son bir şey daha. Bizimkilerin gemisinin kaptanı olarak "History of violence - Şiddetin Tarihçesi" filminde daha ilk anlarda kafası Vigo Mortensen tarafından patlatılan adamı koymuşlar ki filmin sonuna kadar kesin bir pislik yağacak diye düşünmeme neden oldu.

---spoiler---

alıntıdır

district 9

---- kısmen spoiler----
Hayatımda izlediğim en güzel bilim-kurgu filmlerinden biridir. Film bana the visitors (orda da uzaylılarla insanlar bir arada yaşamaktaydı) ile cloverfield'ı (burası da hem gizem hem de çekim tekniği ile benzemekte) hatırlattı. Bunlara rağmen Bir çok uzaylı filminden daha farklı yapmışlar bu filmi. Bu farklılıklardan başlıcaları ise şunlar ; birçok uzaylıyı(prawn) filmin çoğu yerinde görmemiz, ana karakterin filmin başında pısırık olması ve birçok kez kaçmaya çalışması(mesela robotun içine girdikten sonra herkesi silip süpüreceğini ve chistoper'ı kurtarmasını beklerken kaçması ve ardından geri dönmesi), uzay gemisinin amerikaya değil de g.afrikaya inmesi, amerikalıların dünyayı kurtarmaması, uzaylıların saldırmak yerine dünyalılara muhtaç olması vb.

Film görsel efekt olarak gayet iyi . duyduğuma göre 30 milyon dolara çekmişler bu filmi. Eğer doğruysa alınlarından öpmek lazım. Hele filmin sonlarına doğru zirve yapıyor görsel efektler. Oyunculuklar gayet iyi. En baba karakter chistoper olsa da wikus ondan hiç beklenmeyecek şekilde bayağı iyi rol çıkarmakta filmin son yarısında. kendisi ilk başta bana çok kıl gelmiş olsa da (ki filmin başında pısırık, empati yoksunu, uzaylılara pek de iyi davranmayan, sünepe bir karakterdi) sonradan gözüme girmeyi başarmıştır kerata. Pısırık bir karakterden yarı kahramana dönüşmüştür. gerçi Filmin sonlarına doğru bana "ulan gir artık şu robata! Ortalığın a.k" dedirtmiştir. O silahı ateşledikçe ben rahatladım!

Filmde anlaşılmayan ve açıklanmayan daha doğrusu benim anlamadığım birçok nokta var. Mesela bir uzay gemisi dünyanın bir tarafına iniyor. G.afrikaya konuşlanıyor. Ama sadece bir gurup bilim adamı bunla ilgileniyor ve nijeryalıların ellerine bırakılıyor o eşsiz uzaylılar. (bütün dünyanın asırlardır gizemini çözmeye çalıştığı uzaylılar) dünyanın diğer ülkeleri, devleri bunlara seyirci mi kalıyor? Sonuçta uzaylılar bir toplama kampına kapatılıyor. bu bir insanlık ayıbı. Ya da en azından bunlar nerden gelmiş, teknolojilerinden yararlanalım demiyor mu bu dünya devletleri? Bir başka anlaşılmayan nokta ise bu uzaylıların çok gelişmiş silahlarının olduğunu görüyoruz. Yani bunlarla ortalığın a.k. potansiyelleri var. Ama onlar buna rağmen bölgeyi ele geçirmek yerine insanlara sığınmayı tercih ediyorlar. Barışsever bir tür desek, barışsever bir tür o Quake'den çıkma yüksek teknolojili silahları yapmaz heralde. O robotun ateş etme sistemini gördük sonuçta! (lan ondan bende olacak! Tam psikopat olurum! Ne diyorum lan ben?!) ayrıca uzaylıların neden gezegenlerini terk ettikleri de açıklanmıyor filmde. Genelde işçi sınıfı olan bu uzaylılar savaş nedeni ile kaçıp gelmiş olabilirler. O zamanda chistoper uzay gemesi ile tekrar oraya geri dönmez. Muhtemelen bu da gelecek filmde (tabi yapılırsa) açıklanır.

Filmde en sevdiğim sahneler filmin en sonundaki sahne (wikus'un karısının konuşması ve ardından wikus'u uzaylı olarak görmemiz) ile beraber wikusun robot ile ortalığı dağıttığı sahne (bir de bunun hemen öncesindeki robotun manyetik enerji ile çalışıp wikus'un kolunu kurtardığı sahne), chistoperın dayak yerken bile oğlunu sayıkladığı sahne (ki bu sahnede hem küplere bindim hem de bayağı üzüldüm. Ayrıca da boşuna dememiş üstad cem yılmaz "uzaylı da olsa insan insandır" diye), o küçük sevimli yavru uzaylının olduğu her sahne, chistoperın oğluna artık eve gidemeyeceklerini ve çadırda yaşayacaklarını söylediği sahne vb.

Filmle ilgili başka bir ayrıntı da filmin sonunun açık bırakılması. Film öylece bitince ben de öyece kaldım. Bu da ileride district 9'ın devam filminin çekileceği anlamına geliyor. Herhalde christoper verdiği sözü tutarak geri dönecektir. Tabi artık bir orduyla mı döner nasıl döner orasını bilemiyorum. Muhtemelen o filmde bu filmdeki gibi etrafı salak ve vandallaşan uzaylılarla kaplı olmayacaktır.

Kısacası bu filmi herkese tavsiye edebilirim. Benim kadar sevmeseniz de "hiç beğenmedim" diyebileceğiniz bir film değil. Yani inşallah olmaz bu lafın üstüne artık!

Not : ayrıca film sizi kendi türünüzden (insanoğlu) nefret ettiriyor. Filmde Uzaylılara karşı bile ırkçılık yapılıyor! özellikle de film'in sonlarında uzaylıları tutuyorsunuz.
---- kısmen spoiler----

yazının tamamı alıntııdır

8 Ocak 2010 Cuma

zombieland

öncelikle Filmde geçen bazı isimler hakkında kısa bir bilgi verelim:

Twinkie: Amerika'da çok bilinen ve sevilen bir çeşit kremalı kek.
Sno-Balls: Üzeri eti puf gibi marşmalov kaplı, çikolatalı bir kek.
Hostess: Twinkie ve Sno-balls keklerinin üretici firması.
FedEX: Dünya çapında faaliyet gösteren, Amerikan orijinli Bir lojistik firması.
Yosemite Sam: Elindeki altıpatlar ile sürekli sağa sola ateş eden, kızıl saçları, uzun bıyıkları ve kısacık boyuyla Bugs Bunny'den hatırlayabileceğiniz haydut kılıklı çizgi film karakteri.

Ayrıca filmdeki karakterlerin isim olarak kullandıkları yerleşim birimleri:

Tallahassee: Florida eyâletinin başkenti.
Columbus: Ohio eyâletinin en büyük şehri.
Wichita: Kansas'ın büyük şehirlerinde biri.
Little Rock: Arkansas eyâletinin başkenti.

ve efendim gelelim filmimizin yorumuna

yıllardır korku filmi başlığı altında bize hareket etmekte güçlük çeken sonra da nasılsa becerip kurbanını yakalayıp yiyen zombiler izletilmiştir ve bu saçmalıkta inanılmaz bir ciddiyetle verilerek izleyici korkutulmaya çalışılmıştır.

---spoiler---

gelin görün ki bu film bu konseptin oldukça dışına taşmayı başarmıştır. zombiler koşuyor bir kurşunla ölmüyor gibi kendi zombilerini yaratmayı başarmıştır. ve kendi adıma söyleyebilirim ki. ilk 1-2 sahneden sonra bu zombie modelini ben daha fazla sevdim. en azında birini ısırıcak diye anlamsız uzun sahnelere katlanmak zorunda kalmadım.

filmin işleyişine gelecek olursak filmin isminden anlaşıldığı gibi çokta öyle zombilik bir film olduğu söylenemez filmin hareketlenip zombie avının hareketleneceği nokta da filmin üzerine bir romantizm bulutu çökküyor ve film zombie filmi olmaktan çıkıp duygusal komedi olma yolunda ilerliyor. Bu benim asla tahmin edemeyeceğim bir durum olmakla birlikte bir çok sinema seyircisinide şaşırtıcağını düşünüyorum.

derken film yine kılık değiştirerek birden Bill Murray malikanesinde yoluna devam ediyor. filmin sonlarına gelirkende yine bir noktada finali tahmin edebiliyorsunuz ve ilerleyen dakikalar sizin yanılmadığınızı gösteriyor.

film genel olarak değişik bir eğlenceyi içinde barındırmasıyla benden oldukça olumlu puan aldı, ve adeta Woody Harrelson için yazılmış sahnelerin olmasıda filmin izlenilebilirliğini arttırdı. * filmin müziklerine keşke biraz daha çalışılsaymış bazı yerlerde insan bir country soundu arayır ister istemez zira film A.B.D de geçiyor. müzikler dışında filme eksi verilebilecek çok az nokta olmasıyla son dönemde beyenimi kazanmış nadir filmlerden biri oldu bu film.

---spoiler---

bence de sözlükçüler tarafından pek anlaşılamamış bir filmdir.

edit : titanicten beri böyle ağlamamıştım.*

driven to kill

2009 yılında Jeff King ın yönettiği türkçeye öldürmeye kararlı* olarak çevrilmiş sinema filmi.

---spoiler---

film Steven Seagal* amcamızın rus mafyası ile hayat oyunları üzerine dalaşmasını konu almaktadır. Film rus mafyasını biraz light bir bakış açısı ile ele alarak bir çuval beceriksiz olarak göstermekle birlikte izlenmesi gerekmeyen yapımlar arasında film boyunca titreyen kamerada tüm filmin üzerine tuz biber ekiyor. Konu örgüsü ve olayların gelişimide klişeler yatağı gibi izleyicinin karşısına çıkıyor.

---spoiler---

kısacası izlemeyin bu filmi.

kült film

Kült film (ingilizce: Cult film) sadık, tutkulu ama görece az sayıda bir hayran kitlesine sahip filmler için kullanılan bir terimdir. Kült kelimesi (ingilizce: Cult, Fransızca: Culte, Almanca: Kult) batı dillerine tapınma anlamındaki Latince cultus kelimesinden girmiştir ve Türkçe'de de batı dillerindeki gibi tutku, ilahlaştırma derecesinde aşırı saygı anlamlarını taşır.

Kült filmler ilk gösterime verildiklerinde önemli bir ticari başarı gösterememiş, aynı zamanda eleştirmenlerden de övgüler alamamış genelde düşük bütçeli bağımsız filmlerdir. Bu filmler başlarda çoğunluğu oluşturan ortalama sinema seyircisinin dikkatini çekmemiş de olsa zaman içinde kendilerine has, az sayıda ama tutkulu, hatta saplantılı bir seyirci kitlesi oluşturmuşlardır. Bu filmlerin fanatik hayranları (veya müritleri) kült film olarak kabul ettikleri bir filmi defalarca seyrederler, repliklerini ezberlerler, filmle ilgili en ince ayrıntıları öğrenirler, filmin değişik versiyonlarını biriktirirler, hatta filmle ilgili efemera malzemelerinin koleksiyonlarını yaparlar.

Kült filmlerin her zaman küçük bir hayran kitlesi olması gerekmez. Bunun istisnaları da çoktur. Örneğin bir Taksi Şoförü (Taxi Driver) (1976), Ucuz Roman (Pulp Fiction) (1994) veya Dövüş Kulübü (Fight Club) (1999) gibi filmler çok geniş seyirci kitlesine ulaşmış popüler kült filmlere örnek olarak verilebilir.
Bir filmin kült olabilmesi için sinemasal değerinin yüksek olması gerekmez. Özellikle Türkiye dışında kült statüsüne ulaşmış bir film: Dünyayı Kurtaran Adam

Kült kavramı subjektiftir. Birisi için kült olan film bir başkası için olmayabilir. Ayrıca kült bir filmin iyi bir film olması da gerekmez. Hiçbir sinemasal değeri olmayan bir filmin kendine özel bir hayran kitlesi oluşmuş olabilir. Buna örnek olarak Dünyayı Kurtaran Adam adlı Türk bilim kurgu filmi verilebilir. Klasik filmler arasında bir çok kült film olabildiği gibi (Örnek: M - Bir Şehir Katilini Arıyor), her klasik film de bir kült film değildir.

Korku ve bilim kurgu gibi bazı film türlerinin içinden kült film çıkma eğilimi daha fazla olduğu gibi kült filmler kendinden sonra gelen filmlere ilham kaynağı olurlar ve birçok filmde kült olarak kabul görmüş bu filme göndermeler yapılır.

Bazı filmlerin kült olmasında müziği etkiliyken (örnek: The Blues Brothers), bazı filmlerde de bir fetiş obje (Kirli Adam'ın ünlü tabancası veya Ölüm Noktası (Vanishing Point) filmindeki dayanıklı araba gibi) veya kişi (Big Lebowsky filminin Jeffrey "the Dude" Lebowski karakteri) o filmi kült mertebesine çıkaran etkenler arasındadır.

Bazı yönetmenlerin kült statüsünde sayılan filmleri daha fazla olduğu için o yönetmenlere de kült yönetmenler gözüyle bakıldığı da olur. David Lynch, Quentin Tarantino, Tim Burton ve Coen Kardeşler gibi.

alıntıdır.

avatar (2009)

bu kadar abartıldıktan sonra izlemek zorunda kaldığım filmdir. birde içinde bulunduğum koşullar nedeniyle sinema da izleyememiş olmanın verdiği eziklikle hemen üstün körü ele alırsam

---spoiler---

konu türkiyede her yıl 10 kere gündeme gelen evinden atma yurdunu yıkma biraz daha daraltırsak adamın gecekondusunu yıkmak üzerine kurulmuş ki her yıl ülkemde 10 larca gecekondu yıkımı yapılıyor ama bu işlere milyon dolarlar harcanmadığındanmıdır bilmem biz sözlüklerde, gazetelerde bu insanlar için sayfalarca yazı bulamıyoruz.

film izleyiciyle bu şekilde duygusal bir bağ kurduktan hemen sonra ikinci yarısında uzun savaş sahneleri ile tekrar dikkati üzerine toplamayı başarıyor. ve zavallı avatar ırkımız kanını yerde koymayıp intikamını almak için birleşip saldırıya geçiyor ve nihayet beyaz perde ile film sonlanıyor.

evet hepsi bu sinema tarihinin en pahalı filmi olarak ortalarda gezinen filmimizin tüm konusu bu. anlaşılan şu ki senaristlerden parayı kesip görüntüye yatırınca böyle sıradan bir konudan çokta uzaklaşamamış filmimiz. tüm bunların dışında eşeklik edip sinema da izleyemediğim içinde lan ne efekler kaçırdık, ne güzel böle birbirine bağlı insan zehirleyen ormanlar içinde takılmak vardı iki saat güzel güzel demeden de geçemiyorum.

söylenenler doğruysa yani bu bütçeler verilen emekler vs.. filmi sinemada izleyenler kesinlikle çok memnun kalmışlardır gibi tahmin ediyorum ki 15,4 inç bir lap top ekranında bile efeklerin bağırdığı yerleri görmek mümkün

---spoiler---

özgün bir konu yada değişik bilgiler yeni fikirler edinmek istemeden vay be süper olmuş.. aa abi canlı gibiydi vs.. gibi insana hayret, mutluluk, şaşkınlık hislerini bir arada yaşamak isteyenler için biçilmiş kaftan olmuş film ama bu kadarda sayfalar dolusu yazıp çizilicek birşeyde yok.

Bu yılın önemli diğer bilim kurgu filmi district 9 ile de kesinlikle kıyaslamaktan uzak durmalı zira ikisinde de uzaylı kelimesi geçmesi nedeniyle böyle bir kıyasa girilebilir ama district 9 konusu, çekimleri, olayı işlemesi vs.. ile kesinlikle bu filmden önde bir yapım oldu. Biz bu filmi daha çok h.sonu deşarjı yaşamak isteyenlere önerdik efenim.